Translate

En iyi hazır web sitesi portalı

En iyi hazır web sitesi portalı
Yüzlerce hazır Dernek ve Parti Aday web siteleri. Hosting dahil 449₺ başlayan fiyatlar ile artık herkes web sitesi sahibi olacak! Bir çok sektöre hitap eden profesyonel e-ticaret paketlerimiz satış yapmaya hazır, sahibini bekliyor. hazır web sitesi, web sitesi fiyatları, en iyi hazır web sitesi, hazır site, hazır dernek sitesi, hazır parti aday sitesi, hazır kamu sitesi

24 Ocak 2016 Pazar

HER YIL NISAN AYINDA YENIDEN CANLANDIRILIYOR

MESIR MACUNU, MANISA’NIN YÜZ YILLARDIR SÜREGELEN BIR GELENEĞI. HER YIL NISAN AYINDA YENIDEN CANLANDIRILIYOR


Antik dönemin Magnesia’sı, bugünkü Ege’nin müreffeh şehri Manisa’da, 450 yıllık geçmişe sahip bir gelenek, her yıl kentin bahar festivalinde yeniden hayata dönüyor. Nisan ayında yöre halkından binlerce kişi, 16. yüzyıla ait Sultan Camii’nin önünde toplanıp yukarıdan atılan tonlarca mesir macununu kapışıyor. Mesir macunu, bir hükümdar iksiridir; Kanuni Süleyman’ın annesini dermansız bir hastalıktan kurtardığı hâlâ anlatılır. Toplanan kalabalığın bir parça macun kapmak için çabalaması boşuna değildir, onun her türlü hastalığa iyi geldiğine inanırlar.

Manisa, tıp alanındaki ününü, 16. yüzyılın başlarında kazanmış. O zamanlar Sultan I. Selim, oğlu Süleyman’ı Manisa Valiliği’ne getirmişti. Tabiî Süleyman’ın annesi Hafsa Hatun Sultan da, bu yeni görevinde oğlunun yanından ayrılmadı. Osmanlı İmparatorluğu’nda saray içinde sürüp giden iktidar mücadelelerine aktif olarak katılmış ilk kadınlardandı Hafsa Sultan, çeşitli siyasal hiziplerle işbirliği yaparak sultan ve yöneticiler üzerindeki etkisini giderek artırmayı bilmişti. Ne var ki, yakalandığı ciddi bir hastalık elini kolunu bağladı; politik durumu tehlikeye düşmüştü artık.

Topkapı Sarayı’nın hekimbaşları, hasta lığa teşhis bile koyamadılar. O zaman Süleyman, Manisa’nın ünlü hekimi Merkez Müslihiddin Efendi’ye başvurdu, bir tedavi yolu bulmasını istedi. Merkez Efendi tedaviyi üstlendi ve tam kırk bir maddeyi karıştırarak güçlü mesir iksirini hazırladı. Safran, meyan kökü, hardal ve daha nicelerinden oluşmuş bu yapışkan karışım, hazırlanması bitince saraya sunuldu ve Valide Sultan’ın hızla iyileşmesini sağladı.

Merkez Efendi’yle Süleyman’ın annesinin bu öyküsü artık halkın belleğine, o allanıp pullanan tarihi olaylar dağarcığına girmiş durumda. Güçlü mesir macunundan çok şey bekleniyor hâlâ. Küçük çubuk şeklinde paketlenmiş olarak ya da kavanozda satılan mesiri, Türkiye’nin pek çok yerinde bulmak mümkün. Meraklıları mesirin kuvvetli bir müshil olduğunu, ağrıyı dindirdiğini, yılan ve böcek sokmalarına karşı panzehir etkisi yaptığını savunuyorlar.Hiç şüphesiz Manisalılar, hem ünlü Osmanlı hekimine hem de onun saraylı hastasına şükran duygularıyla dolu. Sultan Camii’nin bitişiğindeki parkta, ikisinin de bronzdan heykelleri dikilmiş.

Bu iki tarihi şahsiyet, her yıl nisan ayındaki mesir bayramında “canlanıp” dönerler dünyamıza. Nisan ayının son Pazar günü öğle saatlerinde Merkez Efendi ve yardımcıları ağır cüppeler içinde, başlarında keçeden yüksek kavuklarıyla çıkagelir, belediye binasının önünde toplanırlar. Beyaz atların çektiği rengârenk boyanmış bir araba, aslında yörenin güzellik kraliçesi olan Hafsa Sultan’ı beklemektedir. Süleyman’ın annesi maiyetiyle birlikte belediye binasının merdivenlerini iner, arabaya kurulup kenti dolaşmaya çıkar. Merkez Efendi’yle öğrencileri de peşi sıra izlerler onu.

Saltanat arabası, 1522’de Hafsa Sultan’ın emriyle yaptırılan Sultan Camii’nin doğu girişine vardığında, büyük kalabalık toplanmaya başlamıştır bile. Ama macuni karışım hemen dağıtılamaz; ibadet zamanıdır şimdi. Müezzinin çağrısı kentin üzerinde yankılanırken, kalabalık sessizleşir. Ezan sona erdiğinde, hazır bulunanlar her yıl yinelenen dağıtımın başlaması için isteklerini dile getirecektir. Merkez Efendi’nin on iki yardımcısı, çuvallar dolusu mesirle birlikte caminin yanındaki medresenin damına çıkarlar. “Mesir! Mesir!” diye haykırmaktadır kalabalık, “Haydi bakalım!”

Yardımcılar, güzelce paketlenmiş macunu avuçlayarak halkı daha da kışkırtırlar. “Haydi bakalım!” Sonunda binlerce renkli paketçik. Merkez Efendi’nin mucizevi karışımını kapmak için bir o yana bir bu yana koşuşan insan yığınının üstüne yağar. Bir zamanların ünlü hekimi, Süleyman’ın annesini iyileştiren ilacının kentte her yıl yapılan bahar festivalinde başrolü oynadığını görse, herhalde şaşırır ve kimbilir ne kadar sevinirdi.

Mesir bayramı yöre halkı ve ziyaretçiler için yılın doruk noktasıdır daima; ama aslında Manisa, bu ölçüde hareketli olmasa bile, daha başka ilgi çekici güzelliklere de sahip. Örneğin, Sultan Camii’nin tam karşısındaki Muradiye Camii, kentin en çekici yapısı. Sultan III. Murat için, Mimar Sinan tarafından tasarlanmış.

Yazık ki Sinan’ın son eserlerinden olan bu camiyi bizzat görmüş olması epeyce kuşkulu. 0 sıralar artık doksanlarında olan büyük mimar, herhalde İstanbul’da bulunuyordu. Manisa’da inşaatı bilfiil sürdürense, Sinan’dan sonra saray mimarlığına gelecek olan Ali Ağa’ydı. Yine de bu cami, berrak biçim anlayışı ve ışıltılı İznik çinilerinin süslediği görkemli iç mekânıyla, asıl ustasının zarif üslubunu yansıtıyor.

Camiyle bir bütün oluşturan medrese ve aşevi, şimdi kentin arkeoloji ve etnografya müzesine dönüşmüş. Dünyada ilk sikkenin basıldığı Lidya’nın zengin başkenti Sard’da yapılan kazılarda bulunmuş birçok lahit, güzel çömlek örnekleri, madeni eşya ve mermer heykeller bu müzede görülebilir.

Aynca, yakınlardaki Roma villalarından çıkarılmış mozaik levhalar da sergileniyor. Zarif “yunus mozaiği” de bunların arasında.

Kurtuluş Savaşı’nda büyük hasar gören eski Manisa’dan kalanlar, ne yazık ki pek az. Ama bu eserler arasında, tarihin değerli bir tanığı da var: Kentin güneyinde yükselen Sipylus Dağı’nın eteğindeki Ulucami, İshak Çelebi tarafından, 1366’da yaptırılmış. İshak Çelebi, bölgedeki Bizans lIları yenilgiye uğrattıktan sonra 1313’te Manisa’yı Saruhan hanedanının başkenti ilan eden Saruhan Bey’in torunu. Bizans kalesinin duvarları dibinde inşa edilen camide, Bizans ve Roma izleri, örneğin eski yapılara ait sütunlar ve sütun başlıkları da görülüyor. Avlunun köşesindeyse, İshak Çelebi’nin mezan var.



Yine Sipylus Dağı’na sırtını vermis yirmi metre yüksekliğinde bir kaya var, klasik mitolojinin bir anıtı gibi, öylece tek başına duruyor. Dış hatlarıyla Kral Tantalos’un talihsiz kızı Niobe’yi andırıyor bu kaya. Niobe’nin altı oğlu, altı da kızı varmış. Sadece iki çocuğu olan tanrıça Leto’nun yüreğine kıskançlık ateşi düşürmüş bu doğurganlık. Haset içindeki Leto, kendi oğlu ve kızı Apollon’la Artemis’e rakibesinin çocuklarını öldürmelerini buyurmuş. Evlat acısıyla çılgınlar gibi dokuz gün boyunca kıvranan zavallı Niobe’ye, sonunda Zeus acımış. Ama anlaşılan, iksiriyle Valide Sultan’ı sağlığına kavuşturan Merkez Müslihiddin Efendi kadar başarılı değilmiş Zeus. Sadece, Niobe’yi taşa çevirerek acısına son vermek gelmiş elinden.